Lafta Değil, Özde İnsan Hakları
Lafta Değil, Özde İnsan Hakları
“Beyaz gömleğinle bir labaratuvarda,
İnsanlar için ölebileceksin,
Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
Hem de en güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde…”
Ne güzel özetlemiş büyük usta Nazım.
Lafta Değil, Özde İnsan Hakları
Diyelim ki yerde bir muz kabuğu var. Gelen geçen muz kabuğuna şöyle göz ucuyla bir bakıp yoluna devam ediyor. Talihsizin biri ona basıp düşüyor. Yaralanıyor ya da ölüyor. O muz kabuğunu görüp kaldırmayan herkes suçludur.
İşte insan hakları budur.
Tanıdığın, tanımadığın, yüzünü bile görmediğin insanlar için duyarlı olabilmektir. Sorumlu, duyarlı ve bilinçli olmaktır. Başkaları için endişe duymaktır. İhtiyaç sahipleri için, ihtiyaç sahibi olduğu halde yardım isteyemeyenler için, düşkünler için, komşun için, insanlık için…
Geride bıraktığımız hafta içinde Dünya İnsan Hakları Günü’nü kutladık. 10 Aralık 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin önemi paylaşıldı. Din, mezhep, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet sebepleriyle ayrım gözetmeksizin herkesin doğal insan haklarına sahip olduğunu ilan eden İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi…
Beş yüzden fazla dile çevrildi. Dünyanın en çok çevrilen belgesidir bu arada…
“İnsanlığımız evrensel değerlere dayanır.”
“Eşitlik, adalet ve özgürlük.”
“Kişisel hürriyetler kutsaldır.”
Güzel cümleler…
Peki, gerçekler öyle mi?
Etrafınıza bakar mısınız, ortalık yangın yeri…
Dünyanın birçok noktasında kardeş kanı akıyor.
Irak’tan Suriye’ye, Yemen’den Myanmar’a…
Yaklaşık 1 milyar insan açlık sınırının altında.
Her 6 dakikada bir çocuk ölüyor.
Dünya böyle, ya Türkiye?
İşçi ölümlerinde Avrupa’da birinciyiz.
2016’da 304, 2017’de 353, 2018’de 280, bu yıl 299… Kadın cinayetlerinin sayısına ne yazık ki yetişemiyoruz bile.
ABD merkezli düşünce kuruluşu ‘Freedom House’ tarafından açıklanan özgürlükler raporunda, son 10 yılda ‘özgürlüklerin en çok azaldığı ülke’ olarak kayıtlara geçen Türkiye, ‘kısmen özgür’ kategorisinden, -üzülerek söylüyorum-‘özgür olmayan ülkeler’ kategorisine geriledi.
Liste böyle uzaaar gider…
Sözün özü şu; insan haklarını kağıt üzerinde değil, eylemde yaşatmalıyız. Farklılıklarımızı zenginlik bilerek insanı ve insanlığı sevmeliyiz.
Bu, tanıyalım ya da tanımayalım yolda gördüğümüz insanlara tebessüm etmekle başlar, ihtiyaç sahiplerine destek olmaya kadar uzanır. Engelli bireylerin hayatlarını kolaylaştırmakla başlar, okuyamayan kız çocuklarının eğitimine destek olmaya kadar devam eder…
Dünyanın buna ihtiyacı var.
Bunu el birliği ile yapabiliriz.
Ben her şeye rağmen İnsan Hakları Günü’nü kutluyor, bu günün milletime ve tüm insanlığa barış, huzur ve adalet getirmesini temenni ediyorum.
Yazımın sonunu da usta şair Nazım Hikmet’in şu satırlarına ayırıyorum;
“Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak yani ağır bastığından…”
Hoşça kalın…